30 Temmuz 2012 Pazartesi
İstanbul...
İstanbul !
Bu sana son sitemim
Vapurların bir limandan bir limana
Hüzün taşıyacaksa
Beni kıyılarında sahipsiz bırak
Denizde yakamozların
İçimde bir sevince varmayacaksa
Karanlık gecelerinde beni yıldızsız bırak
Ama...
Aşksız bırakma !
Günlük/Dondurma kıvamında eriyen hayaller...
Yaşadığım her güzel anı, beynimin duvarlarına ustramla çiziyorum. Anıların anlamları zamanla çözülüp giderken ne çok yaşadığımında farkına varıyorum. Arapsaçı hayallerden sıyrılırken dondurma kıvamında eriyik bir hal alıyor yaşantım, güneşe bakamıyorum artık.
Defterin kenarında dolaşan kelimelerden binlercesini kalemin ucuyla bastırarak öldürdüm, içim hiç acımadı. Nedense yeni doğan her keilme bende bir yeni bir sancı. Notlarımın altına tarih düşmekten de usandım ama tarih düşmesemde kaybolup gidiyor yaşamımın coğrafyasından.
Sonra ben hengameler biriktiriyorum hayatımın kıyısında köpükler gibi. İyi şeyler kayboluyor her bocalayışımda ve ben sonra ben arıyorum, benin olmayacağı en ücra köşelerde... kendimi kayalıklara vurmalıyım, ölmeden, acı çekerek, tenhalarda, sessizce....
Günlük/2005
Cahid Emre
Defterin kenarında dolaşan kelimelerden binlercesini kalemin ucuyla bastırarak öldürdüm, içim hiç acımadı. Nedense yeni doğan her keilme bende bir yeni bir sancı. Notlarımın altına tarih düşmekten de usandım ama tarih düşmesemde kaybolup gidiyor yaşamımın coğrafyasından.
Sonra ben hengameler biriktiriyorum hayatımın kıyısında köpükler gibi. İyi şeyler kayboluyor her bocalayışımda ve ben sonra ben arıyorum, benin olmayacağı en ücra köşelerde... kendimi kayalıklara vurmalıyım, ölmeden, acı çekerek, tenhalarda, sessizce....
Günlük/2005
Cahid Emre
Eşşek...
Ne desem boş, ki bende ben değilim zaten. Kalem tutan eller liseden kalma, kafam bir antika dükkanından alıntı, ama tarihim bilhassa tutuşkan.
Aldığım yaralara divitle basınca hokka kan dolmuyor artık, belki ölümlerden ölüm beğen günlerden geçiyorum, yüzümde bir eşşek derisi var A ve i avazlarından başka bir anlam taşımıyor sözlerim. Tarihe değil ama tarihime malolacak sözler iliştiriyorum defterimin sayfalarına merkebe yüklenmiş sözlere abanarak, eşşeğin aklında karpuz kabuğu bizim aklımızda nice teraneler, biz kaliteli eşşekleriz, sırtımızda kitaplar yüklü. Adam olalım derken ödün vermemişiz eşşkliğimizden, ki biz zannederdik, okuyunca eşşeklik heder olur, vay anasını eşşekmişiz.
Dedim ya ben ben değilim, benlik baki olsa ağır delikanlı sözlerimize bit düşmezdi, ki kişinin kendisini bilmesi gibi bir erdem yoktur evrende, ben eşşkliğimi biliyorsam, birazcık ben kalmıştır bende zannedersem. Benlik ölmez bazen sakosunu alır kaybolur gider adı bilinmedik dağlarda... benlik bir gün gelir torbasında ömürlük azık taşıyarak, belki yeni doğar gibi, güneş gelmiyor madem, güneşe yürümek lazım, lafıda bağlayamadım ama eşşeklik bende kalsın, sizde hoşçakalın.
( Cahid Emre )
Martıları çıldırtan deniz kokusu değilse
Martıları çıldırtan
deniz kokusu değilse
bendeki dingin bir hayal
ve güneşin denizle raksı
ne gibi bir anlam katar hayata
Sürgün ve bir tarafı kırılmış
ruhum bir sevinve varmıyorsa
deniz ne anlatırsa anlatsın
bendeki sadece dingin bir hayal
ve ötesi
ötesi bir baş ağrısı şakağımda
hüzne boyun eğmişim
çözmüyor bukağılarımı
denizin sesi
ve ben kaç kulaç atsam
hep varmak çabalarıyla
varamam kendime
çünkü varmıyım bu yoklukta
bilmem
hüzün düşmüyor ki yakamdan
2006/Kartal
Olimpos'tan Olimpiyatlara...
I. Ateşi Çalmak
Yeryüzü her şeyiyle karanlıktır. İnsanların kalpleri,
akılları ilim ateşi ile aydınlanmamış. Güneşin aydınlığı ve sıcaklığı yeryüzünü
ısıtıyor, kavuruyor ama aydınlatmıyor.
İnsanoğlu ne konuşmayı bilir, ne heykel yapmayı ne toprağı
sürmeyi, ne ilmi ne felsefeyi, ne de isimleri. Birbirlerine bakan arazlar gibi
lal olup dururlar, işaretlerle anlaşırlar.
Dil olmayınca, yazı da olmaz, yazı olmayınca okuma olmaz.
Okumayan nasıl düşünür atalarının mirasını nasıl bilir? Öylesine çaresiz olan
insan olmanın anlamını nasıl bilir?
İlmin, umudun, yazının, düşüncenin, güzelliğin, etiğin,
aydınlığın felsefenin, düşünmensin, dilin ve isimlerin ateşi Olumpus Dağı’nın
ardında Tanrılar ülkesindedir. İnsanlar bu ateşten mahrum, ateş yalnız
Tanrıların elinde.
Ateş, Zeus’ta savaş, Sippos’ta bilim, Eros’ta aşk,
Afrodit’te ve Apollon’da güzellik Diyogeros’ta kültür, Artemis’te bereket olur,
sadece Tanrılara ait olan.
Ateşi çalmaya gider, Tanrıların ülkesi Olimpos dağının
ardından ateşi çalar. Prometos artık bir kahramandır, ateşi insanlığa getiren.
İnsanlara aydınlık, bilim, felsefe, sanat, kültür, medeniyet ve dil öğreten
olmuştur.
Tanrıların elinden ateş insanların eline geçmiş, Tanrılara
ait olan yüceliklere insan Prometos sayesinde kavuşmuş. Nice zaman konuşamadan,
dilsiz lal gibi kalan insan şimdi isimleri söyler. Felsefe ile hikmetli
düşünür. Bilim ile teknolojiyi geliştirir, medeniyetler inşa eder. Yazıyı icat
etmiş, kitaplar yazmaya başlamış, büyük şehirler kurmuş, denizlerde dev gemiler
yüzdürmüş, tekerlekle arabayı yapmıştır.
Tanrıların yüceliği, Zeus’un bilgeliği insanların elindedir.
Venüs kadar güzel heykeller, resimler, şahane mimariler yapabilen insandır.
Artemis gibi topraktan, denizden, hayvandan bereketi elde etmiş. Sippos gibi
bilimde ilerlemiş. Diyoges gibi kültürü ve duyumsamayı anlamıştır insan.
Prometos’un ateşi çalmasına çok kızmıştır Tanrı Zeus.
Tanrılara, kendilerine ait olanı, Prometos nasıl çalmış ve insanları nasıl
aydınlatmıştır? Ceza alacaktır Prometos. Zeus ona ceza verecektir. Kaf Dağı’nda
Prometos’un ciğerini bir kartal yer. Her seferinde de yenilen ciğer iyileşir,
kartal Prometos’un ciğerini yemeye devam eder.
Allah’tan uzaklaşmaya çalışan mulhid(yoldan sapmış) yolda
yürüyen batılı felsefede ateşi çalan Prometos, insanlara düşman bir Tanrı
vardır. Batılı felsefenin temlerini oluşturan anlayışın içinde tanrı ile insan
sürekli çatışma halindedir. Tanrıdan bir şey isteme değil ondan çalma, onunla
savaşma ve tanrıların insanlara düşmanlığı öğrenilecektir.
Adını laiklik, materyalizm, sosyalizm, faşizm, kapitalizm,
humanizm, pozitivizm ve her ne koyarsanız koyun; birbirinden çok zıt gibi
gözüken yanları olsa bile özlerinde aynı temel vardır: Ateşi çalmak ve tanrı
ile savaşmak.
II. Ateşi İstemek
Hamuru yeryüzü toprağındandı, ruhu ötelerden, Adem nefsini
ötelerden aldı. Adem, yaratanın yanında kalandı. Yeşil vadilerde, mavi berrak
sularda, ağaçların gölgesinde sevdiğiyle beraber, Allah’ın yurdunda yaşarlar.
Birisi onların bu mutluluğunu ilk yaratıldıkları andan
itibaren kıskanmış, onlara karşı kibirli ve gururlu olmuş. Kibirli olan onların
önüne durmuş, Adem’i ve eşini Allah’tan uzaklaştırmanın yollarını aramış. Allah
onlara “Ama benden ayrılmayın, benden ayrılırsanız aşkın ateşinden, benden
uzaklaşır, sıkıntı çekersiniz.”
Bir an gaflet, bir an kendini kaybetme, bir an kibirlinin
aldatmasına kanma, bir an ihtirasa kapılma. Her şey karanlığa gömülür Adem’in
ve Havva’nın gözünde. Şimdi uzaklaşmışlar her ikisi de Allah’ın yurdundan.
Biçare kalan ruhlar ilk yaratıldıkları toprakların yurduna tekrar dönerler.
Çölün ortasında kalmıştır Adem gözyaşları ile. Eşini arar
ama yoktur yanında. Bir ihtirasın kurbanı olan Havva çok uzaklarda kalır
Adem’den.
Gökler kararmış, çöller ıssız kalmış, ağaçlar yeşermemiş,
melekler ayıplamıştır ikisini de. Adem’in sırtında Allah’ın emaneti aklında
onun sorumluluğu, kalbinde ayrılığın hüznü, yeryüzünde cennetin ve cehennemin
sınırları arasında dolaşan oğullarının çilesi, kalbinde ayrılığın hüznü.
Adem ateşten mahrumdur: Aydınlığın ve aşkın ateşini arar.
Nedendir bilinmez, ateşin arzusu içini yakar durur. Yıllar boyunca ağlayan
gözler arasında kalır iki çift gözle beraber. Göklere başını hiç kaldırmaz,
utancı içinde kalmıştır, kalbi hüzün ve pişmanlık içinde.
Ateşin yerini bilendir Adem. Ateşi istemeye yüzü var mıdır
şimdi? Ben istiyorum senden. İstiyorum gözlerimde çiğ, başımda eski günlerin
hatırası, aklımda onun isimleri ile. Bekliyorum, sen bana ilk öğrettiğin sözle
bağışlamayı öğrettin. Sana el açanları mahzun bırakmayacağını öğrettin. Bana
bütün melekler saygı duydu, şimdi utanç içindeyim onların karşısında. Sen
bağışlamazsan beni kim bağışlar.
Göz yaşlarından mis kokan reyhanlar büyür Adem’in, göz
yaşlarından çok uzaklarda güller büyür Havva’nın. Uzun bekleyiş ve yakarışların
ardından ateşi isterler kendilerini yaratandan. Ateş olmadan her yer
karanlıktır tenhalar içinde.
Ateş yücelerden tekrar verilir onlara Arafat Dağı’nda. Hüzün
içinde bekleyiş ateşin aşkı ile tekrar vardır içlerinde. Arafat ilk yurdu olur
ateşi ilk isteyenlerin.
( Halit Alper Şimşek ) Tasfiye Dergisi
Günümüzde yapılan Modern Olimpiyat Oyunları’nın kökeni Antik
Yunan’da yapılan şenliklere dayanır. İlk olimpiyatlar, Eski Yunan’da Tanrı Zeus
adına yapılan şenliklerdi. M.Ö. 776 yılında Yunanistan’ın Olimpia bölgesinde,
Isparta Kralı Likorgos’un da önerisiyle yapılan şenlikler, tarihteki ilk
olimpiyat oyunlarını temsil eder. Önceleri 32 metre genişliğinde, 192 metre
uzunluğunda bir pistte sadece 1 gün süren koşullardan oluşan oyunlara sonraları
değişik mesafelerde yarışlar, disk ve cirit atma, uzun atlama, boks, güreş,
atlı araba yarışları gibi branşlar eklenerek şenliklerin süresi de 5 güne
çıkarıldı. İlk başlarda ölülerin ruhlarının 8 yılda bir dirileceği inancıyla 8
yılda bir düzenlenen oyunlar, daha sonra 4 yılda bir yapılmaya başlandı. Sadece
Yunanlı erkeklerin katılabildikleri yarışlar, çıplak olarak yapılır ve kadınlar
tarafından seyredilemezdi.
Yunanistan'ın en yüksek dağı olan Olimpos dağı, Yunan
mitolojisinde tanrıların oturduğu dağdır. Tanrıların kralı Zeus'un meskeni olan
Olimpos, Zeus dışında, Yunan mitolojisinin 12 büyük tanrısının evidir. Bu 12
büyük tanrıya, diğer ufak tanrılardan ayırmak için, "Olimpiyan"
(Olympian) veya "Olimposlu tanrılar" da denir.
"Dünyada ateş sadece Olimpos'un tepesinde yanmaktadir.
İnsanlar soğuktan ve vebadan kırılırken tanrılar ateşi sadece kendilerine
saklamaktadırlar. Kendiside tanrı olan Prometheus'un gönlü buna razı gelmez ve
ateşi bir gece Olimpos'tan çalıp insanlara verir. Cezası çok büyük olur. Zeus
tarafindan kayalara baglanıp ciğerlerinin kargalar tarafindan yenmesine mahkum
edilir. Ölümsüz olduğundan bu işkence sonsuza kadar hep tekrarlanacaktır."
Ateşi çalan prometüs'un hikayesini böyle anlatıyor efsane..
26 Temmuz 2012 Perşembe
Havanın ısısı mı yoksa sıcaklığı mı ölçülür ?

"Havalar sıcaklanalıberi bi telliyom gadasını aldığım bi telliyom, sorma..." derdi babaannem, bir gün bu cümlenin karşısına geçip elimi çeneme düşünen bir filozof gibi götürüp, hımmm dedim. Havalar sıcaklanır mı yoksa ısınır mı ?
Fizik derslerine girdiğim öğrencilerin ekşiyen yüzleri gözlerimin önüne geliyor. "Çaktım hocam çaktım... gene kaldım bu lanet olası fizikten" diyen bir öğrencimle daha dün yazıştım. Hayatım boyunca deneyimlediğim bilimsel bir gerçek vardı. Nasıl ki bir çok insanın, limon kelimesini duyar duymaz ağzı sulanmaya başlar, görmese bile fizikle alakalı bir şey duysun hemen yüzü ekşimeye başlıyor.
Toplum içerisinde herhangi bir yerde ne biliyim bir tanışma ortamı oluşuyor. Kendimi tanıtıyorum, öğretmenim diyorum, söylemek istemiyorum ama soruyorlar "ne öğretmeni ?". Başıma gelecekleri bile bile cevap veriyorum, "Fizik". Aldığım tepkilerin büyük bir çoğunluğu aynı, "Benim bir fizik öğretmenim vardı, hiç sevmezdim, fiziği de sevmezdim, kalmıştım, aslında çalışmazdım (!) " Bazıları daha itidalli yaklaşıyor tabi "Benim fizik öğretmenim vardı, ...", diye cümleyi yarım bırakıyor ve cümleyi bana tamamlattırıyordu "hiç sevmezdiniz biliyorum, hatta onun yüzünden okulu bıraktınız, değilmi?", o sıra kafalar hep hayattaki en emin olduğu sorunun cevabını vermişki kendinden emin bir şekilde sallanmaya başlardı.
Ya nerden geldim buraya, fiziksel bir kavram kargaşasından bahsediyorduk. Önce kavramları ayrıştıralım o zaman. Sıcaklık; bir ortamın ılıklığını yada soğukluğunu gösteren bir ölçümdür. Isı ise bir şeyin sıcaklığını artırmak için verilmesi gereken enerjidir. Kısaca sıcaklık bir ölçüm iken ısı bir enerjidir. "vücut ısısı 35 derece " deriz, ama ısının birimi caloridir. Öyleyse bu ifade yanlıştır. "Vücut sıcaklığı 35 derecedir" . Geçen gün arkadaşım İbrahim'e dedim ki, "hacı ya bugün hava sıcaklığı 85 derece olmuş" dedim. Önce mümkün mü diye düşündü sonra bir kimyacı olarak anladı, 85 Fahrenheit mi, hım" deyip geçiştirdi. Sıcaklığın birimi olan derece nin de farklı birimlerde kullanıldığını hatırlatarak, başa dönelim. Evet havalar ısınır ama ölçüsünü sıcaklık cinsinden vermek gerekir.
Bugün hava sıcaklığı 0 derece olsaydı. Hava durumu bülteninde de hava sıcaklığının iki kat artacağını söylemiş olsaydı spiker, yarın hava sıcaklığı kaç derece olurdu?
Buda ödev olsun cevaplarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum.
25 Temmuz 2012 Çarşamba
Ne düşündüğüne dikkat et !
"Ne düşündüğüne dikkat et, bir gün kaderin olabilir."
Uzun süredir güzel bir film seyretme ümidiyle epey görüntü seyrettim. "Nar" ve "Çamur" adlı iki berbat türk filminin ardından basbayağı karamsarlık denizinin 'o istediğini bulumamış' kıyılarında buldum kendimi. Ama orucun ve sıcağın gözlerimin beyazına çizdiği kırmızı çizgilere aldırmayarak sevgili müdürüm Raziye Hanım'ın da tavsiyeleriyle yeni bir filme başladım; "Demir Leydi". İngiltere'nin eski ve ilk başbakanı olan Margaret Teacher'in hayatını anlatan bu filimde de aradığımı bulamadım aslında ama bir yerde bildiğim bir şeylerin bana tekrar hatırlatılırken gözümün içine sokarcasına verilmesine maruz kaldım.
"Ne düşündüğüne dikkat et, gün gelir dilinde bir söz olur, söylediklerine de dikkat et gün gelir bir davranış bir eylem olur, davranışların alışkanlık, alışkanlıların karakterin olur, karakterine de dikkat et gün gelir kaderin olur."
Madde nedir? Bu soru sorulduğunda öğrencilerin "kütlesi, hacmi ve eylemsizliği olan her şeye denir" gibi bir tanımlamalarını bir fizik öğretmeni olarak kulağımın o derin köşelerinde duyabiliyorum. Kuantum fiziğinde çift yarık deneyinde ışığın dalga özelliği gösterirken gözlemciye göre birden nasıl parçacık özelliği gösterdiği anlatılır. Schrödinger'in kedisi bu muammaya işaret eder. Bir kutunun içerisine canlı bir kedi koyar kutuyu kapatırız, elimize bir tabanca alıp kutunun içerisine bir el ateş ederiz. Kedi öldü mü?, yaşıyor mu?. Bir çoğumuz mantıklı cevaplar peşine düşeriz, en mantıklımız "eğer kurşun isabet ettiyse" diye başlar. Ama kedinin ölüp ölmediğine dair bir sürü olasılıklar vardır. Mantıksal düzeyde cevabımız 1 veya 0 dan oluşur. Ya ölüdür ya da canlı. Ama kuantum dünyasına girdiğinizde görürsünüz ki o kedi hem ölüdür hem canlı.
"Ne biliyoruz ki" adlı bir belgesel var, bir japon bilim adamının yaptığı deneyi ve sonuçlarını şu şekilde açıklıyor. Bilim adamı düşüncelerin su molekülleri üzerindeki etkisini incelemek için aynı boyuttaki su şişelerinin içerisine aynı sulardan doldurur, tek farklılık şişelerin üzerine yazılan yazılardır. Birinci şişeye sevgi sözcükleri, ikinci şişenin üzerine bir dua, üçüncü şişenin üzerine nefret sözcükleri, ve buna benzer duygu ve düşünce bildiren diğer yazılarda diğer şişelerin üzerine yapıştırılmış ve bir hafta sonra bu şişelerdeki su moleküllerinin yapısı bir mikroskopla incelenmiş ve fotoğraflanmıştır. Güzel söz yazılı olan şişedeki su moleküllerinin çok güzel bir görüntüsü oluşmuşken nefret sözleri yazılı olan şişedeki su moleküllerinin korkunç bir görüntüsü oluşmuştur. Dua yazılı şişedeki su molekülü eşsiz bir güzellikte ve her şişedeki su molekülü farklı bir desende görülmektedir. Aslında her şişedeki su moleküllerinin aynı şekilde olmasını beklerken bu denli farklı olması su molekülleri üzerindeki düşüncenin nedenli etkili olduğunu göstermektedir. Ya insan. Yüzde doksanı su olan insan ! Kendinize kötü bir söz söyletmeyin, gün gelir (fiziksel) kişiliğiniz olur !
Bakışlarıyla camı kıran adamın hikayesini biliyoruz, hipnozla bir kor parçası olduğuna inandırılan buz parçasına dokunduğu için eli yanan insanı da biliyoruz ve buna benzer bir çok deneyim. Öyleyse madde nedir ?
Maddeyi anlamak için en küçük yapı taşlarına bakmak gerekir, atom altı parçacıklara. İnsanoğlu olarak doğadaki her şeyi katı olarak algılamaya çalışırız, ilk atom modelini üzümlü keke benzeten de biziz. Peki bu atom altı parçacıklar, elektronlar, kuarklar, mezonlar vs. nasıl bir yapıdadır. Bu parçacıkların hepsi bizim anladığımız gibi katı bir şey değildir, bunlar enerji paketçikleridir. Bir florasan lamba ışığı gibi bir enerji. Böyle bir benzetme yapınca bir hologram gibi görmeye başlıyorum, baştan başa bir enerji ve sadece bir görüntü.
Madde nedir ?
Madde, bir düşüncedir.
Yüz ve beden hatlarını belirleyen düşüncedir.
Sözlere hükmeden düşüncedir.
Davranışlara yön veren düşüncedir.
Seçimlerinle kaderini belirleyen şey düşüncedir.
Şu an hangi masada oturduğunu ve hangi odada ne iş yaptığı belirleyen düşüncedir.
Olasılıklar dünyasında size yol açan şey düşüncedir.
"Düşünce kadar tehlikeli bir şey yoktur"
Bir insanı hastalığı değil, öleceği düşüncesi öldürür.
Ne düşündüğüne dikkat et ! Senin kaderin olabilir.
"Yusuf DUMAN"
Uzun süredir güzel bir film seyretme ümidiyle epey görüntü seyrettim. "Nar" ve "Çamur" adlı iki berbat türk filminin ardından basbayağı karamsarlık denizinin 'o istediğini bulumamış' kıyılarında buldum kendimi. Ama orucun ve sıcağın gözlerimin beyazına çizdiği kırmızı çizgilere aldırmayarak sevgili müdürüm Raziye Hanım'ın da tavsiyeleriyle yeni bir filme başladım; "Demir Leydi". İngiltere'nin eski ve ilk başbakanı olan Margaret Teacher'in hayatını anlatan bu filimde de aradığımı bulamadım aslında ama bir yerde bildiğim bir şeylerin bana tekrar hatırlatılırken gözümün içine sokarcasına verilmesine maruz kaldım.
"Ne düşündüğüne dikkat et, gün gelir dilinde bir söz olur, söylediklerine de dikkat et gün gelir bir davranış bir eylem olur, davranışların alışkanlık, alışkanlıların karakterin olur, karakterine de dikkat et gün gelir kaderin olur."
Madde nedir? Bu soru sorulduğunda öğrencilerin "kütlesi, hacmi ve eylemsizliği olan her şeye denir" gibi bir tanımlamalarını bir fizik öğretmeni olarak kulağımın o derin köşelerinde duyabiliyorum. Kuantum fiziğinde çift yarık deneyinde ışığın dalga özelliği gösterirken gözlemciye göre birden nasıl parçacık özelliği gösterdiği anlatılır. Schrödinger'in kedisi bu muammaya işaret eder. Bir kutunun içerisine canlı bir kedi koyar kutuyu kapatırız, elimize bir tabanca alıp kutunun içerisine bir el ateş ederiz. Kedi öldü mü?, yaşıyor mu?. Bir çoğumuz mantıklı cevaplar peşine düşeriz, en mantıklımız "eğer kurşun isabet ettiyse" diye başlar. Ama kedinin ölüp ölmediğine dair bir sürü olasılıklar vardır. Mantıksal düzeyde cevabımız 1 veya 0 dan oluşur. Ya ölüdür ya da canlı. Ama kuantum dünyasına girdiğinizde görürsünüz ki o kedi hem ölüdür hem canlı.
"Ne biliyoruz ki" adlı bir belgesel var, bir japon bilim adamının yaptığı deneyi ve sonuçlarını şu şekilde açıklıyor. Bilim adamı düşüncelerin su molekülleri üzerindeki etkisini incelemek için aynı boyuttaki su şişelerinin içerisine aynı sulardan doldurur, tek farklılık şişelerin üzerine yazılan yazılardır. Birinci şişeye sevgi sözcükleri, ikinci şişenin üzerine bir dua, üçüncü şişenin üzerine nefret sözcükleri, ve buna benzer duygu ve düşünce bildiren diğer yazılarda diğer şişelerin üzerine yapıştırılmış ve bir hafta sonra bu şişelerdeki su moleküllerinin yapısı bir mikroskopla incelenmiş ve fotoğraflanmıştır. Güzel söz yazılı olan şişedeki su moleküllerinin çok güzel bir görüntüsü oluşmuşken nefret sözleri yazılı olan şişedeki su moleküllerinin korkunç bir görüntüsü oluşmuştur. Dua yazılı şişedeki su molekülü eşsiz bir güzellikte ve her şişedeki su molekülü farklı bir desende görülmektedir. Aslında her şişedeki su moleküllerinin aynı şekilde olmasını beklerken bu denli farklı olması su molekülleri üzerindeki düşüncenin nedenli etkili olduğunu göstermektedir. Ya insan. Yüzde doksanı su olan insan ! Kendinize kötü bir söz söyletmeyin, gün gelir (fiziksel) kişiliğiniz olur !
Bakışlarıyla camı kıran adamın hikayesini biliyoruz, hipnozla bir kor parçası olduğuna inandırılan buz parçasına dokunduğu için eli yanan insanı da biliyoruz ve buna benzer bir çok deneyim. Öyleyse madde nedir ?
Maddeyi anlamak için en küçük yapı taşlarına bakmak gerekir, atom altı parçacıklara. İnsanoğlu olarak doğadaki her şeyi katı olarak algılamaya çalışırız, ilk atom modelini üzümlü keke benzeten de biziz. Peki bu atom altı parçacıklar, elektronlar, kuarklar, mezonlar vs. nasıl bir yapıdadır. Bu parçacıkların hepsi bizim anladığımız gibi katı bir şey değildir, bunlar enerji paketçikleridir. Bir florasan lamba ışığı gibi bir enerji. Böyle bir benzetme yapınca bir hologram gibi görmeye başlıyorum, baştan başa bir enerji ve sadece bir görüntü.
Madde nedir ?
Madde, bir düşüncedir.
Yüz ve beden hatlarını belirleyen düşüncedir.
Sözlere hükmeden düşüncedir.
Davranışlara yön veren düşüncedir.
Seçimlerinle kaderini belirleyen şey düşüncedir.
Şu an hangi masada oturduğunu ve hangi odada ne iş yaptığı belirleyen düşüncedir.
Olasılıklar dünyasında size yol açan şey düşüncedir.
"Düşünce kadar tehlikeli bir şey yoktur"
Bir insanı hastalığı değil, öleceği düşüncesi öldürür.
Ne düşündüğüne dikkat et ! Senin kaderin olabilir.
"Yusuf DUMAN"
7 Temmuz 2012 Cumartesi
Kaydol:
Yorumlar (Atom)



