Bir kitabevinde , binlerce kitap ve yüzlerce yazar
arasında olmanın derin bir hazzı vardır.Gönül dilinden en iyi onlar
anlarlar.Kimle muhabbet etmek istersen , arar bulursun raflarda ve açıp kitabı
üç beş dakika koyuverirsin kendini.Bir bakıma anlamlandıramadığınız duygu ve
düşüncelerinizin başkaları tarafından izah edilmesi , bizi mutlu eder.
Yusuf da bu
engin okyanusta boğulmaktan pek şikayetçi değil bilhassa pek memnundur.Rafları
ağır ağır süzerken gözüne bir kitap takılır."Otobüsname".Kitabın
kapağını görür görmez eline alıp bir kaç sayfa çevirdi, ne yazdığını pek merak
etmiyordu. Çünkü az çok ne yazdığını tahmin edebiliyordu. Yinede almaya
teşebbüs etti.Elini cebine attığında tek parça bir beşyüzbinlara ve bir kaç
bozuk metal paradan başka bir şey çıkmadı.Yüzünde hoşnutsuzluğunu gösteren bir
ifade vardı.Utana sıkıla son parasını sigara ve çaya harcadığını
hatırladı.Yüzünde ki çizgiler daha belirginleşmişti."Otobüsname".Bu
ismi duydukça içinde bir pişmanlık velvelesi kopuyordu.
Kenar mahallede
oturan Yusuf , lise ve üniversite
yıllarında okula gitmek için hep belediye otobüslerini kullanıyordu.Bazen
hayatının kaçta kaçının veya kaç saatinin otobüslerde geçtiğini düşündükçe
önüne çok uzun bir zaman çıkıyor ve şaşırıyordu.Tahminen ömrünün sekiz ayla bir
senesini otobüslerde geçirmişti.Hayatının otobüslerde geçen kısmında, en güzel
ve en kötü anılarını otobüs koltuklarında bırakmıştı.
Sabah erkenden
yola çıkar , çoğu zaman bir öğrenci bazen bir işçi bazen bir amele bazen bir
hamal bazen de bir esnaf olarak yola çıkardı.Otobüs durağına kadar on dakikalık
bir yürüyüş. Bu onun en sevdiği bir kısımdı.Sabahın ayazında üşümüş elleri
ceplerinde , dilinde ise her zaman yeni yazdığı veya ezberlediği bir şiir
olurdu. Kimi zaman ise dilinde bir türkü veya ıslıkla kuş cıvıltılarına eşlik
ederdi. Ve işin en sıkıcı kısmı gelirdi , "Otobüs beklemek".
Otobüse hep bir selam ile girer, kendine
pencere kenarı ve en arkada bir koltuk bulurdu. Kışın otobüsün buğulu
camlarından , baharda cama çarpan yağmur
damlalarından dışarı seyre dalardı.Fakat aklı hep başka yerlerde olurdu. O an
göğsünde bir şeylerin kabardığını hisseder, kafasında kelimeler uçuşmaya
başlardı. Durakta, heyecanlı umut dolu bakışlarla bekleyen çocukları seyretmeye
doyamazdı. Her gün aynı duygu gelir onu bulurdu. Gitmenin verdiği hüzün ve
dönmenin verdiği huzur. Kafasında çoktan beri planladığı bir düşünce olurdu.
Evden çıkışıyla başlayıp otobüs yolculuğuyla devam eden ve sadece otobüs
yolculuklarını kapsayan bir öykü yazmak. Otobüste iken bu öyküyü tasarlamaya
çalışır fakat her zaman akla gelen başka bir düşünce bu tasarıyı yer bitirir
ona unuttururdu. Düğmeye basar, durak gelmeden hazırlanır ve indiğinde kendini
dünyanın içinde bulurdu.
Kitaba uzun
uzun baktı. Kitabın ismini defalarca okudu. "Otobüsname". Yazmayı
düşündüğü bu kitaba "ne güzel bir isim olurdu." diye iç geçirdi.
Fakat bu ismi bulmaya geç kaldığından dolayı bir hüzün onu sarıp
sarmaladı. "Olsun...!" dedi,
"ben de başka bir isim bulurum" diye kendini kandırmaya çalıştı ama
içinde artık , ne bu öyküyü yazma hevesi ne de isim bulma hevesi kaldı. Kitabı
tekrar aldığı yere düzgünce bıraktı. İçindeki burukluğu kimse hissetmemişti ,
selam verip sessizce ayrıldı.
Dışarıda
yağmur yağıyordu. O ise yürümek , yürümek , yürümek istiyordu. Ne zaman bir
yağmur yağsa tarifi imkansız bir aleme gidiyor oradan dönmemek için yağmurda
yürüyor , yürüyordu. Yağmurun her tenine dokunuşunda içindeki hüznün yaramaz
çocukları durmuyordu. Ağlamaya yakın bir yüz ifadesiyle yürüyor , gözlerindeki
ışıltıyı yıldızlar bile kıskanıyordu. Bir de üşümese bütün gün yağmur altında
kalmaya hazır ama titreyen ellerini , söndürüp sigarasını, bir süre cebinde
saklayabilir. Yağmur niçin onun için bu kadar anlamlı tam olarak kendiside
tarif edemiyor. Tek düşündüğü sadece o anı yaşamak , sırılsıklam olana kadar,
kendinden geçene kadar. Gözyaşı yanaklarındaki yağmur damlalarına karışana
kadar ıslanmak. Yağmurun yağarken çıkardığı seda onun için dinlediği tüm
müziklerden daha etkili ve daha anlamlı . Hele bir de bir dostu beklerken veya
bir dosta giderken ıslanıyorsa , göğsü bambaşka anlamlarla dolup taşar. Ve
geçip karşısına "İşte ben geldim , yağmurla beraber..." der.
Ayakkabısının
yırtık olan sağ tarafından su almaya başlamıştı. Ama hiçbir engel onu bu
mutluluktan alıkoyacak gibi durmuyordu. Yağmur hafiflemeye başladığında bir
sigara daha yaktı. Her yer sırılsıklam olmuştu ve burnuna toprak gibi şiir
kokuyordu. En son yağmurda ne zaman yürüdüğünü düşününce aklına "o gün
" geldi. Göğsünün daralmasıyla ağızdan çıkan dumanın büyümesi bir oldu.
" Bir
gece rüyasında yağmurda sırılsıklam ıslandığını görmüştü. Yağmur bardaktan
boşanır gibi yağıyor, o ise beyaz mintanının düğmelerini çözüp göğsünü göğe
dayayıp, kollarını sonuna kadar göğe açıyordu ve ağlıyordu.
Bir gün sonra Fakülteye gitmiş görmeyi istemediği bir
olaya şahit olmuştu. Önce yağmur altında titrek elleriyle bir sigara
tutuşturmuş daha sonra yağmurun içine dalıp gitmişti. Üzerinde beyaz mintanını
görünce aklına gördüğü rüya gelmiş ve bugünü unutamayacağını ona sezdirmişti.
Yağmurun altında yarım saat kadar yürümüş sırılsıklam olmuştu. Şemsiyeyle
yanından geçen insanların tuhaf bakışlarına şahit olmuş, otobüs duraklarında
yağmurdan sığınan insanların ; "deli midir , nedir ?" sözlerine kulak
misafiri olmuş ama durmamış yürümüş, yürümüştü...Gözünden düşen tek damla
gözyaşını , elleriyle yanaklarına silerek kimseye sezdirmemişti,
ağladığını."
Siyah uzun
paltosunun yakasını kaldırıp , etek kısmını hafifçe esen rüzgara bırakıp ,
kendisini akşamın ilk karanlığına bıraktı. Sanki göğsünde ağır bir yük
taşıyormuş gibi. Gözlüğünün ıslanan camlarını silse , sanki akşamın ve yağmurun
büyüsü bozulacakmış gibi hissediyor ve silmiyordu. Eve binmek için otobüse
bindiğinde aklına yine o kitap geldi. Geç kalmışlılığın verdiği ızdırabı tekrar
yaşadı. Pencereden dışarıyı seyretmek istedi fakat kalabalığın içinde orta bir
yere sıkışıp kalmıştı.
Yorgun argın ve
içinde tatlı bir huzurla eve vardı. Vaktin çıkmak üzere olduğunu fark edip
namaza durdu. İçindeki huzurun hat safaya çıktığını bütün hücrelerinde
hissediyordu.Yağmurun da verdiği huzurla secde ve rükularda içindeki haz
şahlanıyordu. Namazdan sonra hep aynı cümleyi tekrarlıyordu. "Ya rabbi ,
seni seviyorum , Ya rabbi seni seviyorum."
Bunların
üstüne neyin iyi gideceğini biliyordu. Bir çay demleyip başına geçti. Bir
yandan çayı yudumlarken bir yandan da kendi kendine hep aynı soruyu soruyordu:
"Yağmuru niçin seviyorum ". Kendisine çağrışım yapan bir çok sebep
olmasına rağmen tam olarak bu soruyu cevaplayamıyor, bu da canını bir hayli
sıkıyordu. Bu soruyu düşünürken başka bir düşünce bu soruyu bir anda kafasından
silmişti. Sevdiği ile yağmuru kıyas etmeye başladı. Yağmurun yağışı , yarin
gelişi. Yağmurun duruşu , yarin gidişi ve derin bir hüzün. Yarin ve yağmurun verdiği
huzur. Yarin ve yağmurun sesindeki kulağa gelen aynı tını. Yağmurun yağışındaki
tatlı coşku ve yarin tebessümü. Geceleyin bir yağmur sonrası şehrin parıltılı
ışıkları ve yarin gözlerindeki aynı ışıltı. Ve daha bunun gibi bir çok şey
geldi aklına. Sonra ne yarini yağmurla , ne de yağmuru yariyle kıyaslamayı
uygun görmeyip , aklındaki bütün düşünceleri silip , balkona yağmurun sesini
dinlemeye çıktı.
Yağmur iyice
azalmış tek tük atıştırıyordu.Ve her bir yağmur damlasının ağaç yapraklarına
çarparak çıkardıkları o tatlı ses duyulabiliyordu. Ve yağmurun yol üzerindeki su birikintileri ile
oynayışışını izlemekten mutlu oluyordu. Şehir, ıslanınca bir başka güzel
görünüyordu ona. Bir anda içinden bir anısı kopup geldi aklına.
Bir kaç sene
önce İstanbul'daki bir kaç dostunu ziyaret etmek için bir otobüs yolculuğuna
koyulmuştu. Yolculuğun büyük bir kısmını kitap okuyarak ve uyuyarak geçirmişti.
Hostes , İstanbul'a girdiklerini söylemiş fakat o sabaha yakın bir saatte
karanlıktan pek seyredememişti . Kısa bir şekerlemeden sonra Harem'de
durmuşlardı. Mahur gözlerini ovalayarak kendine gelmişti. Otobüsten inişleri
sabahların ilk saatlerine denk gelmişti. Dışarı çıktığında yağmur yağıyordu. Ve
otobüsün teybinden MFÖ'nün bir şarkısı çalmaya başlamıştı. "Bu sabah
yağmur var İstanbul'da , gözlerim dolu dolu oluyor , bilinmez niye , anne sözü
dinler gibi sakin , bu sabah..." Bu tevafuka mı sevinsin , yağmura mı
sevinsin yoksa karşısındaki manzaraya mı bilemiyordu. Boğazı karşıdan görüyor,
karşısında kız kulesi kendine bakıyordu. Buranın Üsküdar olduğunu öğrenince
hepten geçmişti kendinden. O yağmur , o müzik , o sabah ve İstanbul... İstanbul
ağlıyor, boğazda tekneler bir o yana bir bu yana sallanıyor. Martılar yine
simit kovalıyor , o ise buradan kopamıyordu.
Balkonda
üşümeye başlamıştı. Elleri titriyor, ayakları titriyor, gözleri titriyor ama
bir türlü alamıyordu kendini yağmurdan. İçinden bir hayal kopup geliyor, o
gidiyor başka bir hayal gelip göğsüne yuva kuruyordu. Bir tebessüm belirdi
yüzünde. Bu tebessüm yağmura idi. Başını okşayıp sevdiği çocuklar geldi aklına.
Bir çocuk gibi seviyordu sonra kendisi bir çocuk oluyordu.
Artık soğuğa
dayanacak hali kalmamıştı. Bir şiiri okumaya başladı. "Hep o yağmurlarla
kal...hangi yağmurda ıslansam, damlalar kelime kelime çözülüp toprakta, bana
seni hatırlatmalı, ben bu beton yürekli şehrin bir tek yağmurlarını sevdim,
giderken arkanda bıraktığın , öyle bir tebessüm bırak ki zamana, yağmurlar
gözlerinde akislensin, yağmurlar ve sen, ben yıldız tavan altında çoban, benden
sorulmalı yıldızlar ve zaman, benden sorulmalı gözyaşı ve kan, benden
sorulmalı, her yangın yürek sonrası, bir yağmur yağmalı, bana seni
hatırlatmalı, giderken arkanda bıraktığın...hep o yağmurlarla kal..." dedi
ve sustu.Uzağa bakan gözleri dolmuştu.Bir kaç dakika öylece kaldı.Çömeldiği
yerden kalkıp uzaklara bir el salladı,bir de selam uçurup, içeri girdi.
Saatine baktı.
Sabah yaklaşıyordu. Yazı yazarken vakit nasıl geçiyordu bilememişti. Bugünkü
yaşadığı " Otobüsname" burukluğunu ve yağmurun kendisi üzerindeki
etkisini uzun uzun yazdıktan sonra bir de başlık bulmalıydı bu yazıya.
"Yağmurname" diye bir kitap yazılmadığına göre bunu kullanabileceğini
düşündü. Başlığı yazıp son noktayı koydu , başladığı her işi bitirmesine
yardımcı olan Rabbını hamdederek.


