2 Temmuz 2015 Perşembe

Yerli Dizilerin Yersiz Ahlaksızlığı

Seksenlerin çocuğuyuz. Yedi yıl boyunca televizyon karşısında “Yalan Rüzgarı” ve arkasından devam eden Birezilya dizilerini seyrederek büyüdük. Ne zamanki bir öpüşme sahnesi çıktı, yüzümüz kızardı, başımızı ters yöne çevirdik ya da kanal değiştirdik. Ailecek seyredilen bu dizilerde belki en çok utandığımız yerin dibine girdiğimiz anlardı. Kaç kere azar işittik “kapatın şu televizyonu” diyerek. Çocuktuk, evli kadınların nasıl sevgilisi olabileceğini, bir çocuğun başka nasıl bir babası olabileceği gerçeğini de o zaman öğrendik.

Doksanlarda serbest piyasa ekonomisinin ülkemizde yaygınlaştığını ve insanların tüketime yönlendirilmesi için yerli diziler keşfedileceğini bilmiyorduk. Üst akılların tek tip insan yetiştirme amacıyla kendi öz kültürümüze yönelik ne varsa yozlaştırma çabası içerisine gireceğini de bilmiyorduk. Rakı sofrasında bir çocuğun babasının karşısında rakı içebileceğini aşinası olduğumuz “Bizimkiler” dizisinden öğrendik. Ancak, bize bazen sıcak gelen ama hiçbir zaman içselleştiremediğimiz bu sanal dizilerde hangi ahlaki değerlerimize tecavüz edildi, bilemedik bile.

Günümüzde ise yaklaşık her tv kanalında hemen hemen hergün yaşamın her alanında bir çok diziyle gençlerimizin en hassas, en ince duyguları istismara uğratılarak, öz kültürlerinden utanç duyacak hale getirilmektedir. Kimi zaman sorumsuz kimi zamanda kasıtlı bu yayın anlayışıyla gençlerimiz güneşin altında bekletilen bir buz gibi eritilmeye mahkum edildi.

Ülkemizde yayınlanan bir dizide bir kıza yapılan tecavüz öyle güzel işlenmektedir ki, adeta planıyla, kurgusuyla ve savunma mekanizmalarıyla ahlaksızlara yol gösterilmektedir. Üçüncü sayfalarda yer alan tecavüz içeren ölüm olaylarında, kurbanın tırnaklarının kesilmesi, tanınmasın diye yakılması, taş bağlanıp denize atılması ve bunun gibi nice yöntemler malesef dizilerimizde ustalıkla anlatılmaktadır. Ve bir kız tecavüz nedeniyle öldürüldüğünde katili biz jandarma eşliğinde inşaatlarda, ücra köy odalarında ve kuytu köşelerde ararız. Ancak televizyona bakmak hiç aklımıza gelmez. Özgecan olayı derin bir üzüntü yaratmıştır hepimizin üzerinde, meydanlara çıkıp bağırdık, lanetledik ancak akşam eve geldiğimizde yine o lanet olası dizileri ailecek seyretmeye devam ettik.

Amcasının karısıyla yaşadığı gayri ahlaki ilişkinin toplum üzerinde ne derece büyük ahlaki yıkımlara uğrattığını daha biz anlayamadan tüm arap ülkelerinde aynı dizinin yayınlanmasının mutluluğunu yaşadık biz. Dünyaya ahlaksızlık ihraç etmenin o iğrenç duygusunu tadamadan.

Senelerce devam eden dizilerde başroldeki kadının kaç erkekle beraber olduğunu sayamadan, hangi çocuğun kimin babası olduğunu bilemeden geçirdik yıllarımızı. Gayri meşru çocuk yapmanın ne kadar doğal olduğunu anlattıklarında o kadınların yerinde olmayı hayal ettik belki çoğumuz. Evli bir erkeğin güzel ve genç bir kıza aşık olup karısıyla boşanmasının doğal bir insan davranışıymış gibi izledik biz. Farketmedik bile şeytanların evli erkeklerin omuzlarına konutlar inşa ettiğini. Evli kadınların hayatlarına heyecan katmak için kocalarını aldattıkları sahneler o kadar güzel çekilmiş ve o kadar dokunaklı anlatılmıştı ki, var olan tehlikeyi sezememiştik bile. Baş kahramanımız alkol alıp efkar dağıtırken kafası öyle güzeldi ki, sözleri öyle değerliydi ki, kafası bozulan kaç gencimiz alkol komasında öldü o ay takip edemedik bile.

Haberlerde karısını kesen, sevgilisini bıçaklayan, evini yakan, tecavüz eden, alkol alıp katliam yapan bir erkeğin haberini seyrederken “erkeklerin ne kadar hayvansı yaratıklar olduğu”  düşüncesinden yola çıkarak meydanlara çıkıp o malum dizi oyuncularıyla birlikte kol kola girip bas bas bağırıyoruz, “Kadına şiddete hayır !”. Bu koskoca suçu kendini bilmez üç beş erkeğe mal edip, kendimizi asıl sebeplerden sıyırıp atmak hep işimize geldi. Kadına yönelik bunca şiddetin temel sebeplerini irdelemek, bu ahlaksızlıkları oluşturan temel nedenleri ortaya dökmek başta medya patronları olmak üzere kimsenin işine gelmedi.

Her gün televizyon başında uyuşturulmuş beynimizin farketmediği anlarda tonlarca sopa yiyoruz. Kendi öz kültürümüze, öz benliğimize sahip çıkmanın derdini yaşıyorsak eğer her dizinin en kötü karakteri biziz. Gayri meşru ilişkiler garibimize gidiyorsa gericiyiz, eşimizi, kızımızı kıskanıyor ve korumaya çalışıyorsak eski kafalıyız, alkol uyuşturucu almıyorsak bağnazız, evli yada bekar farketmez bir sevgilimiz yoksa  safın önde gideniyiz. Eğer ki bu diziler gerçeği söylüyorsa verdiği mesajlarla toplumu doğru yola sevkediyorsa o zaman ya toplumsal ahlak ilkelerimizde bir sorun var ya da edindiğimiz din olgusunda.

Eğer bu sorunun çözümüne yönelik ciddi çalışmalar yapılmassa eğer, bu yersiz diziler, ahlaksızlık zehrini toplumun damarlarına zerkederek toplumsal çöküşümüzün de baş mimarı olacaktır. Bu ahlaksızlığa kayıtsız kalan her birey ise bu çöküşte küçükte olsa bir payı olacaktır. Eğer ki bu yersiz dizilere enjekte edilen ahlaksızlığı garipsemiyorsak, bize artık normal geliyorsa, ailecek izlemekte bir sakınca görmüyorsak, o zaman toplumsal olarak kendi ahlaki değerlerimizi de yeniden gözden geçirmemiz gerekecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder