Seksenlerin çocuğuyuz. Yedi yıl
boyunca televizyon karşısında “Yalan Rüzgarı” ve arkasından devam eden
Birezilya dizilerini seyrederek büyüdük. Ne zamanki bir öpüşme sahnesi çıktı,
yüzümüz kızardı, başımızı ters yöne çevirdik ya da kanal değiştirdik. Ailecek
seyredilen bu dizilerde belki en çok utandığımız yerin dibine girdiğimiz
anlardı. Kaç kere azar işittik “kapatın şu televizyonu” diyerek. Çocuktuk, evli
kadınların nasıl sevgilisi olabileceğini, bir çocuğun başka nasıl bir babası
olabileceği gerçeğini de o zaman öğrendik.
Doksanlarda serbest piyasa
ekonomisinin ülkemizde yaygınlaştığını ve insanların tüketime yönlendirilmesi
için yerli diziler keşfedileceğini bilmiyorduk. Üst akılların tek tip insan
yetiştirme amacıyla kendi öz kültürümüze yönelik ne varsa yozlaştırma çabası
içerisine gireceğini de bilmiyorduk. Rakı sofrasında bir çocuğun babasının
karşısında rakı içebileceğini aşinası olduğumuz “Bizimkiler” dizisinden
öğrendik. Ancak, bize bazen sıcak gelen ama hiçbir zaman içselleştiremediğimiz
bu sanal dizilerde hangi ahlaki değerlerimize tecavüz edildi, bilemedik bile.
Günümüzde ise yaklaşık her tv
kanalında hemen hemen hergün yaşamın her alanında bir çok diziyle gençlerimizin
en hassas, en ince duyguları istismara uğratılarak, öz kültürlerinden utanç
duyacak hale getirilmektedir. Kimi zaman sorumsuz kimi zamanda kasıtlı bu yayın
anlayışıyla gençlerimiz güneşin altında bekletilen bir buz gibi eritilmeye
mahkum edildi.
Ülkemizde yayınlanan bir dizide
bir kıza yapılan tecavüz öyle güzel işlenmektedir ki, adeta planıyla,
kurgusuyla ve savunma mekanizmalarıyla ahlaksızlara yol gösterilmektedir.
Üçüncü sayfalarda yer alan tecavüz içeren ölüm olaylarında, kurbanın
tırnaklarının kesilmesi, tanınmasın diye yakılması, taş bağlanıp denize
atılması ve bunun gibi nice yöntemler malesef dizilerimizde ustalıkla
anlatılmaktadır. Ve bir kız tecavüz nedeniyle öldürüldüğünde katili biz jandarma
eşliğinde inşaatlarda, ücra köy odalarında ve kuytu köşelerde ararız. Ancak
televizyona bakmak hiç aklımıza gelmez. Özgecan olayı derin bir üzüntü
yaratmıştır hepimizin üzerinde, meydanlara çıkıp bağırdık, lanetledik ancak
akşam eve geldiğimizde yine o lanet olası dizileri ailecek seyretmeye devam
ettik.
Amcasının karısıyla yaşadığı
gayri ahlaki ilişkinin toplum üzerinde ne derece büyük ahlaki yıkımlara
uğrattığını daha biz anlayamadan tüm arap ülkelerinde aynı dizinin
yayınlanmasının mutluluğunu yaşadık biz. Dünyaya ahlaksızlık ihraç etmenin o
iğrenç duygusunu tadamadan.
Senelerce devam eden dizilerde
başroldeki kadının kaç erkekle beraber olduğunu sayamadan, hangi çocuğun kimin
babası olduğunu bilemeden geçirdik yıllarımızı. Gayri meşru çocuk yapmanın ne
kadar doğal olduğunu anlattıklarında o kadınların yerinde olmayı hayal ettik
belki çoğumuz. Evli bir erkeğin güzel ve genç bir kıza aşık olup karısıyla
boşanmasının doğal bir insan davranışıymış gibi izledik biz. Farketmedik bile
şeytanların evli erkeklerin omuzlarına konutlar inşa ettiğini. Evli kadınların
hayatlarına heyecan katmak için kocalarını aldattıkları sahneler o kadar güzel
çekilmiş ve o kadar dokunaklı anlatılmıştı ki, var olan tehlikeyi sezememiştik
bile. Baş kahramanımız alkol alıp efkar dağıtırken kafası öyle güzeldi ki,
sözleri öyle değerliydi ki, kafası bozulan kaç gencimiz alkol komasında öldü o
ay takip edemedik bile.
Haberlerde karısını kesen,
sevgilisini bıçaklayan, evini yakan, tecavüz eden, alkol alıp katliam yapan bir
erkeğin haberini seyrederken “erkeklerin ne kadar hayvansı yaratıklar
olduğu” düşüncesinden yola çıkarak
meydanlara çıkıp o malum dizi oyuncularıyla birlikte kol kola girip bas bas
bağırıyoruz, “Kadına şiddete hayır !”. Bu koskoca suçu kendini bilmez üç beş
erkeğe mal edip, kendimizi asıl sebeplerden sıyırıp atmak hep işimize geldi.
Kadına yönelik bunca şiddetin temel sebeplerini irdelemek, bu ahlaksızlıkları
oluşturan temel nedenleri ortaya dökmek başta medya patronları olmak üzere
kimsenin işine gelmedi.
Her gün televizyon başında
uyuşturulmuş beynimizin farketmediği anlarda tonlarca sopa yiyoruz. Kendi öz
kültürümüze, öz benliğimize sahip çıkmanın derdini yaşıyorsak eğer her dizinin
en kötü karakteri biziz. Gayri meşru ilişkiler garibimize gidiyorsa gericiyiz,
eşimizi, kızımızı kıskanıyor ve korumaya çalışıyorsak eski kafalıyız, alkol
uyuşturucu almıyorsak bağnazız, evli yada bekar farketmez bir sevgilimiz
yoksa safın önde gideniyiz. Eğer ki bu
diziler gerçeği söylüyorsa verdiği mesajlarla toplumu doğru yola sevkediyorsa o
zaman ya toplumsal ahlak ilkelerimizde bir sorun var ya da edindiğimiz din olgusunda.
Eğer bu sorunun çözümüne yönelik
ciddi çalışmalar yapılmassa eğer, bu yersiz diziler, ahlaksızlık zehrini
toplumun damarlarına zerkederek toplumsal çöküşümüzün de baş mimarı olacaktır. Bu
ahlaksızlığa kayıtsız kalan her birey ise bu çöküşte küçükte olsa bir payı
olacaktır. Eğer ki bu yersiz dizilere enjekte edilen ahlaksızlığı
garipsemiyorsak, bize artık normal geliyorsa, ailecek izlemekte bir sakınca
görmüyorsak, o zaman toplumsal olarak kendi ahlaki değerlerimizi de yeniden
gözden geçirmemiz gerekecektir.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder